Günümüz dünyasında spor artık çok büyük bir endüstri. Milyarlarca dolar ile ifade edilen, istihdam ettiği çalışan sayısı milyonları bulan devasa bir sektör. Ülkemizin içinde bulunduğu merkeziyetçi spor kültürü nedeniyle, “diğerleri” olarak lanse edilen Anadolu takımlarının da bu endüstri içinde kendilerini kabul ettirmeleri neredeyse imkansız. Çünkü mücadele etmeye çalıştığınız kulüplerin milyonlarca taraftarı ve milyon dolarlarca bütçesi var. Ama eğer siz Karşıyakalı iseniz, sizin için çok da önem teşkil etmez, zira biz Karşıyakalılar imkansızları severiz. Sezon başında oluşturulan Basketbol Altyapı Yönetimi de, imkansızı sevenlerden oluşturulmuştu. Öyle ki, yıllarca bir tribün grubunun gerçekleştirebileceği tüm organizasyonların altından birlikte kalktığımız, deplasman, pankart, organizasyon, toplantı vs. demeden her taşın alına birlikte elimizi soktuğumuz abilerim ve kardeşlerimle artık kulübün “back-end” kısmında yer alıyorduk. Kulübe yönetici ünvanıyla yer aldığım 6. sezonda ...
Çocukluk yıllarımdan itibaren en büyük idealim, sporcusu ve taraftarı olduğum Karşıyaka Spor Kulübü'ne yönetici olarak hizmet edebilmekti. Bu büyük şerefe ulaşabilmek, hayatımdaki tek hedefim olmuştu. 15 yaşında, henüz lise 2. sınıftayken bir yönetim kurulu toplantısına çağırılmamla başlamıştı her şey. Okul üniformasıyla Yalı'daki kulüp binasına gittiğim o toplantının, hayatımın geri kalanına bir yön veriyor olacağını da hissediyordum. Öylesine heyecanlıydım ki, söz hakkı verildiğinde ne diyeceğimi dahi bilememiştim. Ama her şey o gün değişmişti. Taraftarı olarak istisnasız aklınıza gelecek her şeyi yaptığım kulübümün organizasyonlarında aktif olarak yer almaya başlamıştım. Zamanın yöneticileri görevler veriyordu, ben de üstlendiğin tüm sorumlulukları yerine getirmekten müthiş haz duyuyordum. 2007 yılının Haziran ayı da bu hazzın zirvesi oldu. Gelen telefon, KSK Basketbol Şubesi'nin Karşıyaka Arena'daki yönetim toplantısına davet ediyordu. Yutkunup kalmıştım, tarifsi...
Hayatta belki de en keyif aldığım şeylerden biriydi içimi dökmek, bir şeyler yazmak. Bu yüzden yıllarca blog yazdım. Yazılarımı kaybettim, yine yazdım. Ama bir noktada kırılım gerçekleşti ve devamlılığı sağlayamadım. Şimdi düşünüyorum da, geçtiğimiz 20 senede hayatımızda, gündemimizde, rutinimizde neler neler değişmiş… Bugün ise yeni hayatımızın ilk günü. Bambaşka umutlarla, her zerresinde sindirilmişliği ve ötekileştirilmişliği hisseden bir bünye olarak bekliyordum bu sabahı. Aslında tam olarak 2 hafta önceyi. Ama geldiğimiz noktada kelimeler kifayetsiz. Geleceğe dair umutlar birer camdı, dün gece hepsi bardak oldu. Böylesine kaotik durumların ve mücadelenin ortasında geçen bir hayat… Bu hayatın içerisinde kendine huzuru bulabildiği nadir anları oluyor insanın. Benim için de son 3 senedir o huzurlu anlarda hep Çilek var. Aslında yıllar sonra klavye başına bir şeyler yazmak için geçmemin yegane sebebi de Çilek’ti, yazıya da öyle başlayacaktım. Ama içgüdüsel olarak akış böyle seyretti, ...
Yorumlar