İstanbul'da Ne Oldu?


Zordur Karşıyakalı olmak... Bir kere doğduğun anda başlar mücadele diğerleriyle. Televizyonda onlar, gazetede onlar, radyoda onlar, internette onlar, her yerde onlar. Ellerinde kocaman bir güç, ülkeye yön verirler. Bu güce karşı gelme zorunluluğu, Karşıyakalı olma bilincinin ana prensibidir. Zira Kurtuluş Savaşı yıllarında da ülke tamamen işgal edildiğinde, Zühtü Bey ve arkadaşları bağımsızlık aşkından hiçbir zaman vazgeçmemiş, düşman kamplarına esir düşmelerine rağmen savaşmayı bırakmamışlardır. Sonunda, İzmir'e giriş yapan Türk Ordusu'nun en ön saflarında Zühtü Bey ve Arkadaşları yer almıştır.

Karşıyakalı olmak, öncelikle güçten taraf olmamayı gerektirir. Çünkü Karşıyakalı kendi gücünü oluşturabilecek özgüvene sahiptir. Kendi egosunu tatmin edebilmek için, topluluk psikolojisi ile büyük olanın bir parçası olmayı asla kabul etmez. Karşıyakalı olmak, tek kişi olduğunuz anda bile tüm güçleri karşınıza alabileceğiniz olgunluğun bir tanımıdır. Karşıyaka'nın ülkenin demokrasiye açılan penceresi olması, aydınlığın, yeniliğin merkezi olmasının asıl nedeni de budur. Çünkü, herkes özgürce kendi düşüncesinin arkasında toplanabilmektedir.

Karşıyakalılar, bu zihniyet ile kendi sokaklarının kulübüne sahip çıkarlar. Kulüp, onların kendilerini temsil etme biçimlerinden birisidir. Aidiyet duygusunun daha bir anlamlı olduğu, "baş kaldırma" prensibinin soluksuz yaşandığı, hiçbir karşılıklı çıkar sermayesine bağlı olmayan bu birliktelik, değil ülke, dünyada bile kimi zaman yankı bulmaktadır. Çünkü Karşıyakalılar, kendilerinin sahadaki yansıması olarak gördükleri sporcularını dünyanın hiçbir köşesinde yalnız bırakmazlar. Nicelik değil, nitelik önemlidir. 1 kişi, 100 kişi, 10.000 kişi asla önemli olmamıştır. Önemli olan bayrağın gölgesinin, takımın olduğu her yerde dalgalanmasıdır.

Geçtiğimiz Cumartesi günü İstanbul'da oynanan Galatasaray Medical Park - Pınar Karşıyaka maçı da bu anlatılanların en güzel örneğiydi. Karşıyaka Spor Kulübü'nün futbol takımı Bolu'da, basketbol takımı İstanbul'daydı. Taraftarlar iki takımı da yalnız bırakmak istemiyordu. Buna karşın otobüsler sadece Bolu'ya gitti. Bolu'ya gitmeyi tercih etmeyen kesim de, kendi imkanlarıyla İstanbul yollarına düştü. Maç başlamadan yarım saat kadar önce, tribünde 20 kadar Karşıyakalı vardı. Yarısı Karşıyaka'dan, yarısı da İstanbul'dan gelmişti. Onların orada olmasının sebebi sevinmek ya da galibiyet görmek değildi. Kendilerini temsil etmeye, bayrağı dalgalandırmaya gelmişlerdi. Bu 20 kişinin yarısı bayan, bir kısmı da 3-4 yaşında çocuklardı. Çünkü İstanbul'da yaşayan aileleri, yeni nesillere Karşıyaka'yı anlatmalılardı. Karşıyakalı olmanın zorluğu, İstanbul'da doğup büyüyünce daha da fazla oluyordu.

Bir anda ne olduysa, kendi kendilerine küfür eden yaklaşık 3000 Galatasaraylı, 2 polis ve 30 özel güvenlik görevlisinin bulunduğu Karşıyaka Tribünü'ne doğru koşmaya başladı. Güvenlik görevlileri kendilerini kurtarmak için dağılırken, kadınlar ve çocukları çıkardığımızda 10 Karşıyakalı, 3000 Galatasaraylı ile başbaşa kalmıştı. Karşıyakalı olmak kavramının gereklilikleri ile 10 kişi kendisini savunmaya çalışırken, bir yandan yanlarına gelme cesareti dahi bulunmayanların metrelerce uzaktan fırlattıkları şişeler, bıçaklar ve ses bombaları ile mücade etmek zorunda kalıyordu. 10 kişinin üstüne 3000 kişi saldırılmasını geçtim, 1 kişinin üstüne 11 kişi koltuklar ile vurmayı, yere düşüp hareketsiz kalan insana tekme atmayı, çocukların kafasına şişe atmayı, kadınların saçlarını çekip onlara dahi saldırmaya çalışılması özellikle üstünde durulması ve incelenmesi gereken durumlardı. Bu olaylar yaşanırken salondaki 2 olan polis sayısı, ne hikmetse dışarıda salona girmeyi bekleyen 300'e yakın Karşıyakalılara gelince arttı. Onlar içeriye girince de, her şey tersine dönmüş oldu.

Yaşanan bu olaylarda en büyük sorumlu, kendisinin hangi amaca hizmet ettiğini anlamamız asla mümkün olmayan Murat Özyer'di. Söyleyeceği şeyi iki kere düşünmeyi bilmeyen, hayatında tribünde yer alıp gerçek bir taraftar olmayan, kişiliği oturmamış, Türk Sporu'na hiçbir artı değer katamayan, basketbol bilgisi ve zekası kısıtlı olan bu aciz insan, umarım yaşananlardan sonra memnun olmuştur.

Bir diğer sorumlu, sıradan bir maçta bile tribünleri işgal edercesine sahada yer alarak taraftarların maç izleme kalitesini düşüren ve olaylar yaşanması muhtemel bir maçta salonda sadece 2 polis görevlendiren İstanbul Emniyeti'dir. Daha önce Kasımpaşa'da yaşananları hatırlarsak, bunun bir ihmal olduğunu düşünmek oldukça iyimserce olacaktır.

Asıl beni düşündüren, her maçtan önce yapılan "Güvenlik Toplantısı" bu maçta önce de yapılmış mıdır? Yapılmışsa, Türkiye Basketbol Federasyonu nasıl olur da sahadaki oyuncuların dahi can güvenliğinin olmadığı bir maçın bu şekilde oynanmasına izin vermiştir? Türkiye Basketbol Federasyonu gözlemcisi nasıl olur da maçtan sadece yarım saat önce salona gelmiştir? Görmediği olaylar ile ilgili raporu nasıl yazacaktır?

Bu yaşananların ardından herkes bilmelidirki, 1595 gündür tribünde şiddetin azalması yönünde çalışmalar yapan Karşıyaka Spor Kulübü ve Karşıyaka Spor Kulübü Taraftarları'nın emekleri başkaları tarafından yok edilmektedir. Merak etmeyin, Karşıyakalılar kendi can güvenliğini sağlar, kimseye ihtiyacı yoktur. Ama bundan sonrası için, geri kalanı konuşmak amaçsızdır.

Efecan Tekin
KSK Basketbol Şube Yöneticisi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Başka Aile

Alın Terimizin Karşılığı: EuroLeague

İyi ki Varsın Çilek