Kavgamız Soylu Ruhumuz Özgür
Başkalarına yer yok, sevdan varken kalbimizde
Kıskandı elalem aşkımızı senelerce...
Ölüm vız gelir bize, tek korkumuz sensiz kalmak
Bir de son nefes vermeden seni yalnız bırakmak...
Aslına bakarsanız bu dizeler anlatıyor her şeyi... "Karşıyaka'yı yalnız bırakma ve onsuz kalma korkusu", Karşıyakalıları Türkiye'nin dört bir yanına götürüyordu.
Kocaman yüreklerin içine gömülü olan sevdaları vardı... Bir de uğruna binlerce on binlerce kilometre yapıp, hayatları boyunca ender rastlayacakları çileleri çekmeleri... Belki de onları diğerlerinden ayıran en büyük özellikleri buydu, onlar aşıktı. Hem de öyle böyle değil, taparcasınaydı... Bu aşkın ismi taraftarlık değildi; eylemi maça gitmek, tezahürat yapmak değildi. Çünkü onlar, aşklarını hayatlarının her noktasında yaşayan insanlardı...
Oldukça kalabalık olan bu kitlenin içinde bir insan vardı ki, üniversiteye yeni başlamış; hayalleri büyük, geleceğe umutla bakan, tertemiz bir kalbe sahip olan, saygılı, terbiyeli, mülayim... Her zaman herkesin derdine koşar, herkese sevgi ile yaklaşırdı. O kadar çok seviliyordu ki, daha 20 yaşında Karşıyaka Tribünleri'ni yönetmeye başlamıştı o.. Çünkü sevecendi, akıllıydı, ne zaman ne yapılması gerektiğini biliyordu, kafasını kullanıyordu. Herkes kendi kontrolünü kaptırdığı anda, o devreye giriyor ve çevresindekileri sakinleştirmeyi başarabiliyordu.
Bir cuma akşamı aşıklar yine Osmanbey'de toplanmıştı. Orada olanların anlattıklarına göre, iki gün sonra oynanacak basketbol deplasmanı için organizasyon ile ilgili gerekli konuşmaları yapıyordu. Sorunsuzca biten toplantının ardından sabah otobüslerin erken kalkacağı bilgisi ile grup dağılıyordu.
Pazar sabahı olmuş, taraftar otobüsleri henüz Karşıyaka'dan ayrılırken bizler de kahvaltı aşamasındaydık. Bir süre sonra yola çıkma vakti gelmişti. Açık ve ılıman bir havada keyifli bir yolculuktu. Bir süre sonra telefon geldi, "Olay çıkmış." diye. Pek önemsemedik, büyütülecek bir şey yoktur diye düşünüyorduk. Sonraki telefonda ise "Bizden birileri yaralanmış.." dendi, bu sefer de inanmadık. Çünkü sadece takımlarını desteklemek için yola çıkan, hiçbir kesici alet dahi bulunmayan deplasman otobüslerinde, üstelik Banvit maçına giderken böylesine bir olay yaşanabileceği ihtimaline inanmak güçtü. Bu sürede kimseye ulaşamazken, bir süre sonra olayın olduğu yerin önünden geçtik. 100 kadar Jandarma bölgeyi sarmış, Karşıyakalılar'ın hareket etmesine izin vermiyordu. Orada durduğumuz anda bizi de kordonun içine alacaklarını bildiğimiz için durmadık, devam ettik. Salona vardığımızda maçın başlamasına kısa bir süre kalmıştı, bize ayrılan bölüm ise bomboştu. Maçın detayını hatırlamıyorum, devre arası oldu. Birisinin telefonu çaldı, konuşmak için salonun diğer tarafına doğru yöneldi, müzik sesi rahatsız ettiği için. Polisler ile birlikte yanımıza gelirken elleri suratındaydı ve hüngür hüngür ağlıyordu. Tabii onu görünce o tarafa yöneldik, hemen ne olduğunu sormak için... Cevap ise hiç tahmin ettiğimiz gibi gelmedi; "Özgür ağır yaralıymış...". Ne olduğumuzu şaşırdık, konuşmayı bırakın gözlerimiz görmemeye, nefes alamamaya, dışarıdan gelen sesleri duymamaya başladık. Sonra bizlerin halini gören basketbolcularımızın yardımıyla kendimize biraz olsun gelerek, derhal salondan çıktık.
Sonrası ise karanlık, soğuk, kötü... Düğümlendi dilimiz, konuşamadık. Bağırmak istedik, ağlamak istedik, yıkıp dökmek istedik, yapamadık...
Siz bilir misiniz "Kardeşim" dediğiniz insanın yanında olabilmek için Anadolu'nun uçsuz bucaksız yollarında hastane aramayı? Siz bilir misiniz bulduğunuz hastanede ağır yaralı olduğunu söylediğiniz hastanın ismini verdikten sonra gelen; "Morg aşağıda, solda..." cevabını almayı? Sizi bilmiyorum ama ben biliyorum. "Dünyanın başına yıkılması..." deyimini böylesine yaşayacağımı da hiç tahmin etmezdim.
Sonrası mı? 1.5 haftada verilen 10 kilo ne kadar gerçekçi geliyor size? Ya da sapsarı ve sürekli donuk bakan bir surat neyi anlatıyor? Başımdaki ağrının yanına eklenen midemdeki yumruk yaklaşık 1 ay geçmek bilmedi. Akşamları uyuyamıyordum, gözlerimi kapattığımda o lanet olası sahneler geliyordu gözümün önüne. Müziği de kapatamıyordum hiç, sesi kulağımda çınlanıyordu çünkü. Maç mı? Gidemiyordum, ayaklarım geri gidiyordu...
Sonrası mı? 1.5 haftada verilen 10 kilo ne kadar gerçekçi geliyor size? Ya da sapsarı ve sürekli donuk bakan bir surat neyi anlatıyor? Başımdaki ağrının yanına eklenen midemdeki yumruk yaklaşık 1 ay geçmek bilmedi. Akşamları uyuyamıyordum, gözlerimi kapattığımda o lanet olası sahneler geliyordu gözümün önüne. Müziği de kapatamıyordum hiç, sesi kulağımda çınlanıyordu çünkü. Maç mı? Gidemiyordum, ayaklarım geri gidiyordu...
Yine sabaha kadar oturup, hiçbir şey yapmadığım gecelerden birini yaşadım bu gece. Sadece düşündüm, sol tarafa döndüm düşündüm, sağ tarafa döndüm yine düşündüm... 21 yaşındaki oğlunu kaybeden annenin, babanın hislerini düşündüm. Biricik oğulları hayatının en değerli kısımlarını Karşıyaka için harcamış, yine Karşıyaka için kendinden fedakarlık yaparken ölümle tanışmış... Böyle düşününce ne kadar mantıksız geliyor aslında her şey...
Bu sorgulamalara girince, insan işin içinden çıkamıyor. Kavram karmaşası içinde boğuluyor, sonuca varamıyor. Bu yüzden daha fazla uzatmadan, 2008 yılında o zamanki bloguma yazdığım ve sakladığım tek yazıdan bir bölüm ile noktalamak istiyorum.
"Taraftar olmadığımızı konuşuyorduk ya hep... Dünyanın hiçbir yerinde gol atınca ağlayan başka bir kitle olmadığını söylüyorduk. Sevincini, mutluluğunu bu kadar doya doya yaşan başka birilerinin olamayacağına inanıyorduk.. Anladık ki, üzüntülerimizi de doruk noktasında yaşıyormuşuz. Acımızı da derinden yaşıyoruz, kalbimizin en uç noktalarından bile hissederek, günlerdir ağlayarak, gram lokma yemeyip, bir an bile uyumadan hâla gerçeğin bu olmadığını görmek istiyoruz.."
Uğurlar ola kardeşim.
Uğurlar ola kardeşim.
Efecan Tekin

Yorumlar